Kamran AZAR: 17 ve 25 Aralık 2013'te gerçekleştirilen operasyonlar, aradan yıllar geçmesine rağmen Türkiye kamuoyu gündemindeki yerini koruyor. Mehr Haber Ajansı olarak bu olayların yıldönümü dolayısıyla o günlerde yaşananları yeniden incelemeye çalışıyoruz.
Bu konuyla ilgili olarak Türkiye Siyaset Alanı Uzmanı Musa Dadashzade ile aşağıda okuyacağınız bir röportaj hazırladık.
* 17-25 Aralık sürecinde neler yaşandı? Kimler operasyonu yürüttü ve kimler suçlandı?
- Bu soruyu yanıtlamam için her şeyden önce 2010 ile 2012 yılları arasındaki siyasi gelişmelere kısaca değinmem gerekecek.
Bildiğiniz üzere Erdoğan’ın 2010 referandumuyla arkasından 2011 senesindeki genel seçimlerde art arda ulaştığı zaferler 21. yüzyılın ikinci on yılında AKP’nin iktidarını daha da sağlamlaştırdı.
Türk halkı ve özellikle dindar kesimin verdiği destekler Erdoğan’ı eşsiz bir konuma yükselterek rakipleriyle büyük bir fark açmasına neden oldu; işte bu konu da Kılıçdaroğlu ile Bahçeli’den ziyade Fetullah Gülen’i rahatsız etmeye başladı.
Çok eskilerden Türkiye’nin emniyet ve yargı sistemlerine sızmayı başaran Gülen’in yönettiği örgüt, ilk adımda MİT Başkanı Hakan Fidan’ı tutuklamaya uğraştı fakat bu girişim daha başlamadan sonuçsuz kaldı.
2012 yılının başında ise örgüt, hükümet yetkililerinin konuşmalarını dinleyerek Oslo Barış Müzakereleri’nde olup bitenleri basına sızdırdı ve böylece Erdoğan büyük bir şok ile karşı karşıya geldi.
İstanbul Yüksek Mahkeme Yargıcı tarafından terör örgütü PKK ile müzakere ettiği nedeniyle Hakan Fidan hakkında çıkartılan tutuklama emri ise büyük bir engelle yüzleşti; istihbarat servislerindeki soruşturmalar için başbakanın izin vermesi gerekiyordu.
Gelişmelerin devamında Erdoğan başta omak üzere Türk yetkililerin birçoğu sözü geçen müzakerelerin devletin isteği üzerine yapıldığını açıkladılar ve dolayısıyla Fidan’ı tutuklama projesi sonuçsuz kaldı.
FETÖ’cüler ikinci adımda 4 bakan ile Halkbank Genel Müdürü’nün yolsuzluk yaptığını ileri sürerek 2013 yolsuzluk dosyasını tetiklediler.
Bu dosyada yolsuzluk ve rüşvet suçu iddiasıyla 50 hükümet yetkilisiyle iş adamı ve kabinedeki iki bakanın oğlu tutuklanırken asıl hedef 4 bakan ile Halkbank Genel Müdürü ve açıkçası hükümetti.
Olayda yasa dışı dinleme yollarına başvuran FETÖ mensupları, İranlı iş adamı Rıza Zarrab’ın yasal olmayan yollarla İran’a altın ile para aktardığını ve dosyada ismi geçen kişilerin de bu konuda işbirliği yaptığını tespit ettiler. Olay kısa bir sürede basına sızdırıldı ve böylece Erdoğan’a karşı sert tepkilerin ortaya çıkmasına yol açmış oldu; FETÖ bu ortamı kullanarak yargı sistemi vasıtasıyla hükümete karşı yoğun bir baskı yapmaya başladı.
* Türkiye hükümetinin söz konusu suçlamalara karşı tavrı neydi? Sizce bu tepkiler yasalara uygun bir şekilde mi yapıldı?
- Gelişmelerle devamında geniş bir çapta yapılan tutuklamalara tepki gösteren Erdoğan, olayları yabancı ülkeler kaynaklı komplolara dayandırarak güçlü bir şekilde organize edildiğini belirtti. Dönemin Başbakanı’na göre olup bitenlerin tümü başında bulunduğu hükümeti hedef alan Fetullah Gülen tarafından tasarlanmıştı.
Dönemin Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün desteklerine işaret eden Erdoğan, tehditlerin karşısında boyun eğmeyeceğini ve ülkesinin istikrarını zedelemeye çalışanlara asla taviz vermeyeceğini bildirdi.
Emniyet güçlerinin yolsuzluk iddiaları hakkında aylar önceden bilgi sahibi olduğuna rağmen bu konuda kendisine herhangi bir rapor sunmadığını gerekçe gösteren Erdoğan, 70 üst rütbeli yetkilinin yerini değiştirip veya işine son verdi. Başbakan ilaveten kabinedeki 10 bakanı da değiştirdi.
Bana göre, Erdoğan’ın dinleme ve casusluk girişimlerine yönelik gösterdiği tepkinin büyük bir kısmı doğrudur ancak bakanlarının yolsuzluk suçu iddiasına yönelik davranışı biraz düşündürücü gibi duruyor.
Dolayısıyla paralel bir devlet konumunda olan söz konusu örgüt, casusluk ve dinleme sistemleri vasıtasıyla hükümete ait son derece gizli bilgileri ifşa ederek, onu devirip birçok engel oluşturmaya kalkmıştır ve işte bu nedenlerden dolayı da Erdoğan’ın verdiği tepki gayet doğal.
Öte yandan, Erdoğan’ın yolsuzluk dosyasındaki tutumu ise bir nevi izdüşüm sayılıyor. Yolsuzluk suçunun o dönemde ispatlandığına rağmen Erdoğan dosyanın nihai kararın verilmesi için yüksek mahkemeye sevkedilmesini engelledi. Bu konuda inceleme yapan 14 kişilik parlamento heyetindeki çoğunluğun AKP milletvekillerine ait olması da göz ardı edilecek bir şey değil.
* Süreci başlatan taraf olarak açıklanan FETÖ’nün asıl amacı neydi ve acaba istediği amaçlara ulaşabildi mi?
- FETÖ’nün ilk amacı Türkiye genelinde karşıt bir ortam oluşturarak Erdoğan hükümetini devirmekti. Birinici soruda da işaret ettiğim üzere Erdoğan’ın günden güne daha da güçlenmesi Fetullah Gülen’i rahatsız etmeye başlamıştı.
Kanaatimce FETÖ’cüler bu amaca varmayı başaramadı. 2013’ün sonlarıyla 2014 yılının başlarında yaşanan bazı eylemlere rağmen bu olayın Erdoğan’ın ulaştığı popülerliğe dokunamadığını düşünüyorum. Bunun açık bir nedeni ise AKP ile Erdoğan’ın 2014 Yerel Seçimleri’nde zafere ulaşmasıydı. Ardından da 2014 Cumhurbaşkanlığı Seçimleri’nde İhsanoğlu ile Demirtaş’a karşı mücadele veren Erdoğan yüzde 51.79 oy oranıyla seçilmiş ilk cumhurbaşkanı oldu.
Her halükarda Erdoğan Türkiye’nin dindar kesimi tarafından yoğun bir şekilde desteklenmektedir; söz konusu kesim yolsuzluk ve rüşvet gibi suçlamalara hiç aldırmadan farklı basın kuruluşları tarafından bu yönde yayınlanan haberleri de bir çeşit medya propagandası olarak tanımlıyor.
* Türkiye yargı sisteminin süreçteki performansını nasıl değerlendiriyorsunuz? Sizce alınan kararlarla birlikte yapılan değişikliklerde yargı bağımsızlığı ilkesine uygun davranıldı mı?
- Türkiye’deki yargı sisteminin sürece ilişikn aldığı kararlar savunulmaz bir durumda. Başka bir değişle şeffaf olmayan bu kararlar bağımsızlık ilkesine de uymuyordu.
17 aralık olayının ardından Erdoğan kabinede geniş çaplı değişikliklere başvurarak hükümetteki 10 bakanı değiştirdi. Bunların başında da “Adalet Bakanlığı” yer alıyordu. Ancak kim bu göreve atandı?
Uzun yıllardan beri Erdoğan’a eşlik eden ve ondan asla ayrılmayan Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ’ın bu göreve getirilmesini göz önünde bulundurursak acaba yargı sisteminin tarafsızca kararlar almasını beklemek mantıklı mı?
AKP TBMM’de 4 bakanla ilgili soruşturma yapacak bir komisyon kurulmasını önerdi. Ancak çoğunluğu AKP’li milletvekilleri tarafından oluşan bir mecliste kurulan bu komisyonun adaleti yerine getirmediğini düşünüyorum.
Dosyanın yüce divana gönderilmesini reddeden sözü geçen komisyon 10 ay geçtikten sonara da suçsuz bulduğu gerekçesiyle tüm sanıkların beraatine karar Verdi. Bundan daha ilginç olan bir diğer kararda ise Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu tarafından olaydaki suçlamalar davayı yürüten savcılarla hakimlere yönlendi. Böylece tüm bu olaylar yargı sisteminin bağımsızlığını yitirerek iktidarın birer kolu haline geldiğini gösteriyor.
* Sosyal medyada geniş çapta dağıtılan tapelerle görüntülerin olaydaki etkisini nasıl yorumluyorsunuz? Bu konuda basın alanında yapılan hareketliliğe ilişkin ne düşünüyorsunuz?
- Gülen söz konusu dosyayı kullanarak hükümete baskı yapmak için üçer araca sahipti. Bunların başında Başbakan’ın ofisine bile sızmayı başaran FETÖ’ye bağlı istihbarat çalışanları yer alıyordu. İkinci katmanda ise gizli bilgileri geniş çapta yayınlayan Gülen’e bağlı medya kuruluşlarıyla televizyonlar boy gösteriyordu. Son olarak da hükümete bağlı 50’den fazla kişiyi tutuklayarak nihai darbeyi indiren FETÖ’cü savcılar, hakimler ve emniyet güçlerine işaret etmeliyiz.
Twitter’la sosyal medyadaki paylaşımların yanı sıra Zaman, Cumhuriyet, Radikal ve Taraf gazeteleri de gizli bilgileri ifşa etme konusunda bayağı aktif durumdaydı. Samanyolu, Bugün ve Kanaltürk gibi televizyon kanalları da Erdoğan’a karşı olayları alevlendiriyordu. 2014 senesine girmek üzere olan Türkiye’de düzenlenen gösteriler de bu olayların bazı sonuçları sayılabilir, fakat yandaş medya da sessiz kalmayarak bilgileri yayınlayan tarafları casuslukla suçlayıp saldırılara karşı atak yapmaya başladı.
Bana göre, Erdoğan yanlısı basın kuruluşları tarafından yürütülen saldırı dalgası dosyanın görüşüldüğü süreci etkilemiş oldu; nitekim ki bu dosya hain bir girişim olarak tanımlanıp Gülen ve ona mensup kişiler de vatan haini ithamlarıyla karşı karşıya geldiler.
* Söz konusu süreç nasıl sonuçlandı?
- Genel olarak, Türkiye yargı sisteminin bağımsızlığını yitirmesi, Erdoğan ile Gülen arasındaki krizin tırmanması, devlet ve yargı sistemlerinin FETÖ’cülerden tasfiye edilmesi, güvenlik ve baskıcı bir ortamın oluşumu, FETÖ yanlısı basın kuruluşlarının kapanması ve nihayet Türkiye’nin tek sesli bir ortama ayak basması söz konusu olayların sonucu olarak listelenebilir.
yorumunuz